Mısır Turu
Uzun uzun yıllar önce Nil Nehri deltasına kurulan Mısır’ın başşehri Kahire, Arap dünyası ve Afrika’nın en büyük şehri. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Mısır’ı fetheden Amr b. As komutasındaki Islâm orduları Nil deltasının güneyinde ilk İslâm şehrini kurdular (643) ve şehre Fustat ismini verdiler. Bu ilk yerleşimin ardından bölgeye hükmeden her devlet yine Fustat’a yakın mesafelerde kendi başkentlerini kurdular ve bu şehirlerde kendi eserlerini inşa ettiler.
969 yılında Mısır’a giren Fâtımiler Fustat’a yakın bir bölgede saray ve sur inşaatı başlattılar, burada başkentlerini kurdular. I I7l’de Selâhaddin-i Eyyûbi’nin Mısır’ı ele geçirmesiyle birlikte Kahire’de bu kez de Eyyûbiler devri başladı. Kısa bir süre sonra da şehir Memlûk idaresine geçti. Memlûkler devrinde şehir genişleyerek büyüdü. Yeni camiler ve medreseler inşa edildi. Bağdat’ın Moğol istilasına maruz kalması, Abbasilerin hilafet merkezini Kahire’ye taşımasıyla neticelendi ve bu tarihten sonra da uzunca bir süre İslâm âleminin merkezi oldu. Osmanlı’nın Klasik Çağ’da doğudaki başlıca rakibi İran’dı ve Memlûkler Osmanlı’ya karşı İran’nın yanında hareket ediyordu. İran üzerine yapılacak bir harekâttan önce Memlûklere son vermek gerektiğine kanaat getiren Osmanlılar Mısır üzerine sefere çıktı. Memluk ordusunun, hızlı hareket eden ve başarılı bir şekilde taktik değiştirebilen Osmanlı ordusu karşısında pek de şansı yoktu. Bu tarihten sonra uzunca bir süre Kahire başta olmak üzere bütün Mısır Osmanlılar tarafından yönetilecek, Osmanlılar sayısız hayır eseri ile Kahire’nin süsüne süs katacaktı. Tarihî geçmişi, kurulduğu coğrafya ve üzerinde barındırdığı geçmiş medeniyetlere ait izlerle bütün dikkatleri üzerine çeken bu nevi şahsına münhasır şehrin tarihinde ufak bir seyahate çıkmaya hazır mısınız?
Şehre Panoramik Bakış: Kahire Kalesi
Kahire’deki ilk durağımız, şehri Haçlılara karsı muhafaza etmek için Selâhaddin-i Eyyûbî’nin emriyle 1176 yılında yapımına başlanan, Selahaddin Kalesi yahut Kal’atü’l-Cebel isimleriyle de bilinen Kahire Kalesi. Peki, neden ilk durağımız burası? Çünkü bir tepe üzerinde yükselen kaleden, şehri panoramik olarak görmek, şehrin tipografisi ve yapı çeşitliliği hakkında malumat edinmek mümkün. Ayrıca özellikle güzel bir havada
seyredildiğinde kadim şehrin kubbeleri ve minareleri güzel bir manzaraya dönüşüyor, seyredenleri başka devirlere götürüyor.
Memlûkler ve Osmanlılar devrinde geçirdiği tamiratlarla günümüze ulaşan kalenin inşaatında taş ocaklarından çıkarılan taşların yanı sıra Giza’da bulunan piramitlerin kalıntılarından da istifade edilmiş. Kalenin surlarının yüksekliği 10 metreyi, genişliği de 3 metreyi buluyor. Surların toplam uzunluğu ise 3 kilometreye yakın. Rakamlar şaşırtıcı değil mi? Yedi asırdan fazla bir süre Mısır’ı yöneten hükümdarlar ve valiler tarafından ikametgâh olarak kullanılan devasa boyutlarda geniş bir araziye sahip kalenin içinde, günümüzde farklı devirlerde yapılmış 3 cami, sonradan müzeye dönüştürülmüş çeşitli binalar, eski devirlerden kalmış sarayların bakımsızlıktan harabeye dönüşmüş kalıntıları, eski bir hapishane ve günümüzde askeri birlikler tarafından kullanılan yine tarihî öneme sahip birtakım yapılar bulunuyor. Şunu da eklemek gerek; kalenin içi geniş bir düzlük değil. Duvarlarla çeşitli birimlere ve bölgelere ayrılmış durumda. Bazı eserlere ulaşmak için birkaç kapıdan geçmek gerekiyor.
Hazırsanız artık kaleyi gezmeye başlayabiliriz. Unutmayın vakit kıymetli ve Kahire’de gezilecek sayısız eser var.
Yıkımdan Tek O Kurtuldu: Nasır Muhammed Camii
Kaledeki ilk durağımız, bir Memlûk eseri olan Nâsır Muhammed Camii.
1 318 yılında devrin Memlûk sultanı Nâsır Muhammed b. Kalavun tarafından yaptırılmış ve uzun yıllar kale içinde sarayın camii ve zaman zaman da Cuma camii olarak kullanılmış. Caminin ilk dikkat çeken yeri, üzerleri İran çinileri ile süslü, soğan şekilli minare külahlarıdır. Zira Memlûk devri eserlerinde çini az rastlanır bir süs unsurudur. Kaynaklar, caminin inşa edildiği devirde Tebriz’den bir ustanın Kahire’ye gelerek hükümdarın inşaatlarında çalıştığını yazar, bu çiniler o ustanın eseri olmalı.
Muhtelif zamanlarda birkaç kez tamirattan geçen cami, kale içinde bulunan ve günümüze ulaşmayı başaran tek Memlûk eseridir. Zira bir oldu bittiyle Mısır’da iktidarı eline alan Mehmed Ali Paşa için en büyük tehlike Memlûk emirleriydi. Osmanlılar Mısır’ı fethetmiş, Memlûk iktidarına son vermişti. Ancak Memlûk emirleri, müteakip asırlarda yönetici kadro arasında yer aldılar. Eski iktidar, Mehmed Ali Paşa’nın gücü karsısında bir anlam ifade etmiyordu belki, ama başka güçlerle birleşebilirdi. Bunu göze alamayan Mehmed Ali Paşa, 1811 Mart’ının ilk gününde 500’e yakın Memlûk emirini Kahire Kalesi’nde katletti ve kale içinde yer alan bütün Memlûk eserlerini yıktırdı. Bu yıkımdan tek kurtulan burası oldu. Ancak uzun yıllar ahır olarak kullanılmaktan kurtulamayacaktı.
Mahzun Bir Osmanlı Mirası: Süleyman Paşa Camii
Kaledeki ikinci durağımız, Mısır’ın Osmanlı fethinden sonra iki kez Mısır valiliği yapmış Hadım Süleyman Paşa tarafından 1528-29 yılında inşa ettirilen ve kale içindeki tek Osmanlı yapısı olan Süleyman Paşa Camii. Fetihten yaklaşık 11 yıl sonra inşa edilen Süleyman Pasa Camii, Mısır’ı klasik Osmanlı mimarisiyle tanıştıran ilk yapıdır. Paşanın camiyi inşa ettirme sebebi, yeniçeriler ile Mısırlı askerlerin karışmasını engellemektir.
Cami, bir sıbyan mektebi ve Sâriyetü’l- Cebel hazretlerinin türbesi ile birlikte bir avlunun içinde yer almakta. İç duvarları, kubbesi ve mihrabı son derece süslü olan camiyi gezmek hatta avlusuna dahi girmek günümüzde ne yazık ki mümkün değil. Zira restorasyon bahanesiyle kapalı tutulmakta, hatta yakınına dahi yaklaştırılmamaktadır. Ancak uzaktan görülebiliyor.
Şehir Buradan İzlenir: Seyir Terası
Mehmed Ali Paşa Camii’nin sağ tarafında şehre hâkim bir seyir terası bulunuyor. Buradan şehri seyredebilir, hatta günün devamında gideceğimiz birkaç eseri de görebiliriz. Buradan şehre baktığınızda ilk anda dikkatinizi bir kubbe ve minare topluluğu çekecek. İki cami ne kadar da birbirine oldukça benziyor. Sanki birlikte yapılmış gibi fakat bu iki cami arasında beş buçuk asır fark var. Ayrıntılar birazdan, camileri gezerken…
Şimdi buradan kadim şehrin camilerini, minare ve kubbelerini, sokaklarını, bakımsızlığını, keşmekeşliğini, hülasa şehrin ufak bir özetini görebilirsiniz.
Eğer hava berrak ise uzakta bir yerlerde Tolunoğlu Camii’ni aramanızı ve onu bu açıdan görmeye çalışmanızı tavsiye ederim. Bugün onun da yanına gideceğiz. Hatta minaresine çıkacak, bir kez de Kahire’ye oradan ve yine tepeden bakacağız.
Artık kaleden çıkabiliriz. Unutmayın ne kadar hızlı olursanız; Kahire’de o kadar fazla şey keşfedebilirsiniz ve Kahire’de keşfedilecek şey bitmez…
O Bir Peygamber Torunu: Seyyide Aişe Camii ve Türbesi
Kaleden çıkıyor ve şehre doğru aşağı iniyoruz. Yol kalenin ardına doğru kıvrılıyor. Sultan Hasan ve Er-Rifaî camilerine doğru giderken solda bir cami gözümüze ilişiyor. Burası Seyyide Aişe Camii. Seyyide Aişe, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) torunlarından. Kendileri Cafer-i Sadık hazretlerinin kızı. Dedesi Muhammed Bakır, onun da dedesi Hz. Hüseyin Efendimiz. Seyyide Aişe aynı zamanda Emevi halifelerinden “İkinci Ömer” olarak meşhur Ömer bin Abdülaziz’in de hanımı. Kendisi burada, camiinin yanındaki türbede medfun. Türbede bir şey dikkatinizi çekecektir. Mısır’da hanımlara ait türbelerde sandukanın üzerini gelinlikvâri tüllerle süslüyorlar. Yerel bir âdet olmalı. Şimdi buradaki ziyaretimizi tamamlayıp yolumuza devam edeceğiz.
İhtiyar Delikanlı Meydan Okuyor: Sultan Hasan ve Er-Rifaî Camileri
Az önce kaleden gördüğümüz ve az da olsa bahsettiğimiz yan yana bu iki cami aynı avlu içinde buluyor. Avlunun girişinde bir bekçi kulübesi, onun az ilerisinde de bir bilet gişesi bulunuyor. Önce üzeriniz ve çantanız aranıyor, ardından biletinizi alıyorsunuz. Evvela Sultan Hasan Camii’ne mi yoksa Rifaî Camii’ne mi girelim? Tercih sizin. Ama isterseniz gözlerimizi yavaş yavaş alıştıralım ve güzeli sonraya bırakalım. Önce sağdaki Rifaî Camii’ne girebiliriz.
Şimdi burada ilginç bir uygulama ile karşılaşacaksınız. Ayakkabılarınızı çıkardınız. Her ne kadar bilet almış olsanız da ibadete açık bir camiye giriyorsunuz. Ayakkabılığa yöneldiniz, burada görevliler sizi bekliyor. Ayakkabınızı veriyorsunuz, karşılığında size, üzerine ayakkabınızı koydukları dolabın numarasının yazılı olduğu bir karton ya da kağıt parçası veriliyor. Çıkarken bu kağıdı birkaç lira ile birlikte görevliye uzatacak ve ayakkabılarınızı alacaksınız. Bu arada para vermek zorunda değilsiniz ama emin olun vereceksiniz.
Er-Rifaî Camii, Hıdiv İsmail’in annesi Huşyar Sultan tarafından caminin bir bölümüne aile fertleri defnedilsin diye yaptırılmış. Memlûk mimari üslubunun uygulandığı caminin yapımına 1819 yılında başlanmış ve inşaat ancak 1912 yılında tamamlanabilmiş. Caminin kıble cihetinin tersi istikamette Hıdiv İsmail ve son Mısır kralı Faruk gibi hükümdar ailesinin fertlerinin gösterişli kabirleri yer alıyor.
Şimdi sıra Memlûk devrinin mühim ve en zarif eserlerinden Sultan Hasan Camii’nde. Unutmadan, burası aynı zamanda bir medrese. Henüz caminin önüne gelip, basamakları çıkarken kapının çevresinde göreceğiniz taş isçiliği bile sizi etkilemeye yetecek. Ardından karanlık bir koridordan geçecek ve etrafı yüksek duvarlarla çevrili, ortasında sanat eseri bir şadırvan bulunan avluya çıkacaksınız. Avlunun çevresinde 4 yüksek eyvan bulunuyor. Bunlardan en büyüğünde mihrap, minber, ince sütunlar üzerinde yükselen, ancak bir merdiven yardımıyla çıkılabilen bir müezzin mahfili bulunuyor ve namazlar burada kılınıyor. Diğer üç eyvan ise medrese talebelerinin ders okuması için.
Burada akıllara su soru gelebilir. Peki medreseler nerede? Avlunun ortasına gelip, yüzünüzü kıbleye döndüğünüzde sağınızda ve solunuzda kalan 2 eyvanın yan taraflarında kapılar olduğunu göreceksiniz. İşte bu dört kapı Sünnî dört mezhebe, yani Hanefî, Şafiî, Maliki ve Hanbelî mezheplerine göre eğitim veren medreselere açılıyor. Medreseler üst katlara doğru devam ediyor. Bu arada dikkatinizi çekerim, bu dört kapı aynı avluya acılıyor. Bunun anlamı da bu dört mezhep farklı görüşlere ve uygulamalara sahip olsa da aslında hepsi aynı doğruda, Hakk’ta buluşuyor demek.
Caminin yapımına 1356 yılında başlanmış, I 363 yılına gelindiğinde inşaat ana hatlarıyla bitirilmişken, aynı yıl Sultan Hasan’ın öldürülmesiyle inşaat yarım kalmış. Mihrabın sol tarafındaki kapıdan türbe bölümüne geçiliyor. Sultan Hasan’ın cesedi bulunamadığı için türbede sadece oğlu Şehâbeddin Ahmed (v.l 386) medfun.
Simdi buradan ayrılıyor, Kahıre’nin en büyük ve ilk yapıldığı sekli günümüze kadar muhafaza edilen tek camii olan İbn Tolun ya da Tolunoğlu olarak isimlendirilen camiye gidiyoruz.
Kahire’deki İlk Türklerin Camii: Tolunoğlu Camii
Tolunoğlu Camii 879 yılında Ahmed bin Tolun tarafından ufak bir tepenin üzerine bir ulucami olarak inşa ettirildi. Ahmed bin Tolun, Abbasiler devrinde Mısır’a vali olarak gönderilmiş, halifenin nüfuzu azalmaya başlayınca da burada bağımsız bir Türk devleti olan Tolunoğulları’nı kurmuştu. Cami, ortada 92 metreye 92 metre genişliğinde bir kare iç avlu ve bu avluyu çevreleyen neflerden meydana gelmiştir. Kıble tarafında ana mihrap, minber, müezzin mahfili ve farklı devirlerde yapılmış ilave mihraplar yer alır. İc avlunun ortasındaki büyük kubbeli şadırvan, camiye sonradan eklenmiş. Tamamen tuğladan inşa edilen caminin mimari üslubu ve süslemeleri Abbasi devrinin üslubudur.
Efendimizin Torunu Burada: Seyyide Zeynep Camii
Tolunoğlu Camii’nden ayrılıyor ve günün son durağı olan Seyyide Zeynep Camii’ne seçiyoruz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) torunlarından, Hz. Ali Efendimiz ile Hz. Fatıma’nın kızları
Zeynep validemizin asıl mezarı Şam’da, makam mezarı ise bu caminin içinde yer alıyor. Burayı da hızlıca ziyaret ediyor ve günü, burada bitiriyoruz. Unutmadan ekleyelim; Kahire’de 1 peygamber torunu, onlarca sahabe, yüzlerce âlim ve evliya medfun.
Kahire’nin İlk Camii: Amr bin As (r.a.) Camii
Kalabalık Kahire sokaklarında geçirdiğimiz yoğun ve yorucu bir günün ardından yeni güne İslâm’ın Kahire’deki ilk eseri ile başlıyoruz. Hz. Ömer efendimiz devrinde başta İskenderiye olmak üzere bütün Mısır’ı fetheden Amr bin As (r.a.) kumandasındaki İslâm orduları Kahire yakınlarında, bugün de aynı isimle anılan, Fustat ismini verdikleri yeni bir ordugâh şehir kurdular. Fethedilen yeni topraklara, aynı zamanda “Mısır Fatihi” unvanının
da sahibi olan Hz. Amr bin As vali olarak tayin edildi. Yeni valinin ilk icraatlarından birisi şehre bir camii inşa etmek oldu. Böylce Kahire’de ilk Islâm eseri inşa edilmiş oldu.
Hz. Muaviye’nin hilafetinde Mısır Valisi Mesleme, 673 yılında ilk camiyi söktürerek yerine daha geniş bir cami ve caminin dört kösesine birer minare inşa ettirdi. Bu minareler İslâm sanatında ilk minare olarak kabul ediliyor. Camideki bu köklü değişiklikten sonra pek çok defa tamirattan ve tadilattan geçen cami günümüze ulaştı. Günün ilk durağından hareket ederek Karâfe Kabristanına geçiyoruz.
Ölüler ve Diriler Bir Arada: Karâfe Mezarlığı
Karâfe ilk defa duyanlar veya görenler için oldukça ilginç bir muhit. Zira burada ölüler ile vakti geldiğinde ölecekler birlikte yasıyorlar. Nasıl mı? Şöyle ki çok eski tarihlerden itibaren Mısırlılar ölülerini yerin altına inşa ettikleri mahzenlere defnediyorlar, üzerine de bir ya da iki odalı ufak bir ev inşa ediyorlardı. Böylece mahzene defnettikleri ölülerini Nil’in taşkınlarından muhafaza ediyorlar, mahzen üzerindeki evlerde ise bir süre kalarak taziyeleri kabul ediyorlardı. Burada dışarıdan baktığınızda mahalle şeklinde sokaklarla ayrılmış yüzlerce ev göreceksiniz. Yaşanan ekonomik krizler, kötü idareler ve 1992 depremi sonrası ortada kalan evsizlerin bu bos evlere yerleşmesiyle Karâfe, ölüler ile dirilerin birlikte yaşadığı bir mahalle hâline gelmiş. Simdi dirilerin arasından geçerek. Hakk’ın rahmetine kavuşanları ziyaret edeceğiz. Bu arada Karâfe Kabristanı, “suğra” ve “kübra’ olarak ikiye ayrılıyor. Bizim ilk durağımız Karâfetü’s suğra’da medfun bulunan Şafii mezhebinin imamı, büyük müctehid İmam Şafii hazretlerinin türbesi.
Yavuz Sulan Selim Han Burada Hâdimü’l-Haremeyn Oldu: Müeyyed Camii
Kalavun Külliyesi’nden sonraki durağımız, caddenin sonunda, Züveyle Kapısı’nın hemen bitişiğinde yer alan Sultan Müeyyed Camii. Cadde üzerinden basamaklar ile çıkılan cami, Memlûk Sultanı Müeyyed Seyfeddin tarafından 1415-1421 yılları arasında yaptırılmış. Camiye devasa, süslü kapıdan geçerek girdiğimizde bir salon karşılıyor bizleri.
Sol taraf caminin bânîsi Sultan Müeyyed Seyfeddin’in türbesine, sağ taraf ise camiye açılıyor. Önce türbeyi ziyaret ediyoruz. Türbenin üzeri devasa boyutlarda bir kubbe ile örtülü ve kubbe ses akustiğine sahip. Sesiniz kubbede yankılanıyor ve bütün türbeyi sarıyor. Türbeden sonra camiye yöneliyoruz.
Pek çok Memluk camiini gezdik. Üzeri açık bir orta avlu ve çevresi medreseler ve namaz kılınan cami ile çevreli külliyelerin aksine burada avlunun etrafını revaklar çevreliyor ki bu yönü ile Osmanlı camilerine benziyor. Osmanlıların Mısır’ı fethinden sonra Kahire’ye gelen Yavuz Sultan Selim, Cuma namazını burada eda ettiği sırada hutbedeki hatîb kendisinden, “Hâkimü’l’Haremeyni’ş- Şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medine’nin hâkimi)” olarak bahsedince hatîbe müdahale ederek; “Hayır, Hâkimü’l- Haremeyni’ş-Şerifeyn değil, Hâdimü’l- Haremeyni’ş-Şerîfeyn (iki şerefli belde olan Mekke ve Medine’nin hizmetçisi)” diye düzeltmişti. Hatîb tekrar sultanın söylediği şekilde söyleyince, halıyı kaldırıp toprağa secde ile Rabbine şükretmişti.
Şimdi buradan ayrılıyor ve bir devre son verilen Babü’z-Züveyle’den geçerek etrafı surlarla çevrili tarihî şehirden çıkmış oluyoruz.
Şehirden Çıkış: Babü’z-Züveyle
Müeyyed Camii’nden ayrıldıktan sonra üzerinde Müeyyed Camii’nin minareleri yükselen Babü’z-Züveyle kapısından çıkıyoruz. Osmanlıların Kahire’yi fethettikleri ilk günlerde, son Memlûklü sultanı Tornanbay etrafına topladığı birliklerle Yavuz Sultan Selim’in bulunduğu mahalle yeni bir taarruzda bulunmuşsa da başarısız olmuş ve yakalanmıştı. Halkın Tomanbay’a olan alakasının ileride farklı sıkıntılar meydana getireceğini düşünen Yavuz Sultan Selim’in emriyle Tomanbay burada idam edilmişti. Arzu edenler ufak bir ücret karşılığı kapının üzerinde yükselen minarelere çıkabilir ve şehri bir de buradan seyredebilir.
Büyük Sürpriz: Kahire İslâm Eserleri Müzesi
3 günlük Kahire seyahatimizi İslâm Eserleri Müzesi ile tamamlıyoruz. İtiraf etmek gerekirse, önce Fransızlar, ardından İngilizler tarafından işgal edilen, sayısız karışıklığın, karmaşanın ve yağmanın yaşandığı bu kadim topraklarda hâlâ bu denli zengin eserlerle dolu bir müze ile karşılaşmış olmak, bizler için büyük bir sürpriz oldu. O nedenle bu müzedeki tarihî eserleri görmeden Kahire’deki seyahatinizi sonlandırmamanızı tavsiye ederiz. Kahire’nin İslâm ile müşerref olduğu günden itibaren kurulan devletlerin koruduğu, kolladığı ustaların ellerinden çıkma sayısız eseri görebileceğiniz müzede taş ve ahşap işçiliğinin şaheser payesinde sayısız numunesini, mukaddes beldelerin nakşedildigi çini panoları, minyatür eserleri ve çeşitli silahlan görebilirsiniz.
Yorucu olmakla birlikte dolu dolu ve bir o kadar da istifadeli üç günün ardından ayrılık vakti geldi çattı. Seyahatimizde bizleri yalnız bırakmayan Hisar Turizm’e ve rehberimiz Mustafa Usta Bey’e bir kez daha teşekkür ederiz.
Bir sonraki İslâm şehrinde görüşmek dileğiyle, sağlıcakla kalın…